Ana sayfa

Hakkımda

17 Aralık 2016 Cumartesi

Bir kedi, bir şapka ve bir kutu…








Bir kedi, bir şapka ve bir kutu…

Koridordan beyaz bir gölge geçti. Evde kimse yoktu. Yeni bir av yakalamak istercesine etrafa bakan bir kaplana benziyordu. Oysaki o meraklı bir kediydi yalnızca. Beyaz tüyleri, sarı gözleri, tombik bir bedeni vardı. Duruşu sertti. Fakat en çok sevilirken kendinden geçer ve yüzü gülerdi. Büyük bir ev kedisi değildi. Yalnız yaşayan, yaşlı bir kadının yanında kalıyordu. Evde çocuk yoktu. Çocuklu misafir gelirse, gelen çocuklarla oynardı. Kadının çokta geleni gideni olmazdı. Bazen ev sıkıcı gelirdi, gitmek isterdi ancak sokak kedisi olarak yaşamak istemiyordu. Pencere kenarında oturup, dışarıyı seyretmek daha keyifli geliyordu. Öyle ya, kaloriferler sıcak olacak, yemeği önüne konulacak, televizyon karşısında gerilecekti bunlardan yoksun olmak işine gelmiyordu. İçinden dişi kedi bulmak bile gelmiyordu. O konfor kedisiydi. Gerçi bazen merakına yenik düşüyordu. Kapıyı açık bulup kaçmaya çalıştığında ne kadar cesur olduğunu görmüştü. İstese fırlar, apartman boşluğuna gizlenir ve kaçar giderdi.

Ama yaşlı kadın ona üzülür, hasta olursa vicdan azabı çekmez miydi? İyi de o bir kediydi. Böyle düşünmemesi gerekirdi. Her kedi sahibine bağlı mıdır ki? Bir de kediler için nankör derler. Gerçekte böyle bir şey yoktur. Birileri yorum yapmış, birileri de inanmayı seçmiştir.

Yaşlı kadın, ona bir arkadaş almalıydı. Her gün dua ediyordu aklına gelsin diye. Bir gün, evin kapısı açıldı. Yaşlı kadın, içeri neşeyle girdi. Elinde bir kafes vardı. Kafesteki kuşu gördüğünde dünyalar onun olmuştu. Kadını zıplayarak karşıladı. Yaşlı kadın, kuşu kafesiyle beraber fiskos masasının üstüne bıraktı. Kedi kuşun olduğu odaya geldi, kafesin önündeydi. Kedi kuşa, kuş kediye baktı. Kuşun etrafında döndü, kuş tedirgindi. Bu sırada yaşlı kadın;

“Bulut” diye seslendi. Kedi süt kâsesine koştu. Sütü doyasıya içti, kâsenin başında gerindi. Bu arada kadın, yeni aldığı şapkasını deniyordu. Kedinin şapkada dikkatini çeken, şapkadaki beyaz tüy oldu. Kedinin gözler, tüyde takılı kaldı. Sonra birden içerdeki kuşu hatırladı. Dişleri kaşındı. Aklına düşmüştü bir kere.

Kafesin etrafında dolaştı, kadın içerde şapkasını ve kıyafetini deniyordu. Kafesin üstüne doğru  atladı. Kuş çırpındı, kafesin diğer tarafına uçtu. Tam bu sırada fiskos masasının üstünden yuvarlandı yere. Kuş yerdeydi, kedi atladı, ağzını açtı fakat demir parmaklığı ısırmıştı. Ağzı acıdı. Kuş bu sırada can havliyle ötüyordu. Kadın içeri girdiğinde gördüğü manzarayla şoke olmuş, kediye bağırmış ve onu kovmuştu.

Kedi perişandı. Bütün gece uyumamış, miyavlamıştı. Yaşlı kadın, sabah gözünü açtığında kedinin hasta olduğunu fark etti. Hemen hayvan hastanesine götürdü. Doktor, önemli bir şeyinin olmadığını söylemişti, biraz streslendiğini ve dinlenmesi gerektiğini söyledi.

Eve geldiğinde kadın neşesi yerine gelsin diye odasına bir kutu hazırladı. Kutunun içerisinde renkli toplar, oyuncaklar koydu. Sütü kabına boşalttı. Kedi, sütü içti, gerindi, yuvarlandı, keyfi yerine gelmişti. Kutuyu merak etti. Zıpladı, tırnaklarıyla ufak vuruşlar yaptı ve kutuyu biraz uğraştıktan sonra yarıya kadar eğdi ve içine girdi. Topu ısırdı. Onunla oynamaya başladı.  Şimdi mutluydu. Oyun oynarken birden aklına yine kuş geldi. Kutudan zıplayarak çıktı. Odaları gezindi, kadını merak etti. Yatak odasında yatağın üstünde şapkayı gördü. Tüylü şapka oradaydı, çok heyecanlandı. Yatağa zıpladı geri düştü, tekrar denedi, düştü, tekrar denedi. Daha az yemeliydi zıplamakta zorlanıyordu. Derken atladı bile. Ve şapkanın tüyüyle oynamaya başladı. Patiler attı, kokladı, yaladı tam ağzına alacaktı;  kadın içeri girdi. Gülmeye başladı, aldı, onu sevdi, şapkayı kafasına taktı, çok komik ama şirin görünüyordu. Kadın sesli bir şekilde;

“ Sana bundan sonra çizmeli kedi mi demeli acaba?” diye mırıldandı. Çocukça bir kahkaha attı. Sonra kediyi eliyle yukarı kaldırıp, zıpladı, salladı ve yere bıraktı. Kedi sersemlemişti, koridoru sallanarak geçti. Salona gitti. Kuş yerindeydi ama sahibi peşinden gelmişti. Balkona çıktı. Bezgindi, miskindi. Orada yattı uzandı. Kuşları seyretti daha önce hiç başına böyle bir şey gelmemişti. Kuş yemek istiyordu resmen. Bir kuş çok yaklaşmıştı ona zıpladı pençesiyle kuşu yakalamış, içeri doğru savurmuştu. Köşeye düşen kuşu, çırpınmasına karşın yakaladı, onu ısırdı, ağzı kan içindeydi. Kuşun kanadı ve belki bir parça eti kopmuştu. Tam o sırada sahibi içeri girmiş, ağzında kanı ve yerde kuşu görmüştü.

“Hayvan! Nasıl yaparsın?” diye bağırmıştı. Kediye sinirlenmiş, onu kovmuştu. Kadın çok sinirlenmiş, birkaç gün onunla ilgilenmemişti. Kedi çok üzgündü, nerede yanlış yaptım diye düşündü. Kadının gönlünü almak için onun bacaklarına sürünüyor, kucağına oturmaya çalışıyordu. Bir süre sonra kadın yumuşadı. Kadının arkadaşı;
“doğasına uygun hareket ediyor, abartmıyor musun?” demese belki de uzardı küslükleri neyse ki barıştılar.

Sonra bir gün kapı açıktı, kedi düşünmeden fırladı, apartman boşluğunda bir yerde saklandı. Apartman kapısına geldiğinde; başını dışarı uzattı, etrafa baktı. Bir dişi gördü. Bakıştılar. Yanına gitti. Sonra aşağı doğru aktılar…






ÇAYDANLIK


                                              ÇAYDANLIK

Ocağın üstünde, beyaz renkli, çilek desenli bir çaydanlık duruyordu. Dumanları çıkıyor, hararetli bir şekilde altı yanıyordu. Kısıldığı zaman kendini daha iyi hissediyordu. Biraz sonra elleri narin olan ev sahibi gelip onu alacak ve içindeki nefis olan çayı, bardaklara boşaltacaktı. Bardak seslerini duymasa uykuya dalacaktı; birden neşelendi, çay dökülürken çok eğleniyordu. Kadın çayı bardaklara dökerken bir miktar eline geldi. “üf! Çok sıcak!” dedi, parmağını ağzına götürdü; “ neyse” dedi.

Misafirler çay bekliyordu hemen tepsiyi aldı, götürdü. Bu arada çayın altını iyice kısmıştı, çaydanlık daha da keyiflenmişti bu yüzden. Şarkı söylüyor, ıslık çalıyordu. Kadın ara sıra geliyor çay doldurup gidiyordu. Çaydanlıkta halinden oldukça memnundu. Kadın onu yeniden demlemeye çalışınca çok sinirlendi, morali bozuldu, kocaman ateşte durmayı sevmiyordu hem desenleri bozulabilirdi. Çay yeniden olunca tekrar neşelendi, şarkılar söylemeye başladı, ıslığını çaldı. Oturduğu yerden bir parça dışarıyı görebiliyordu, yağmur yağıyordu, pencere de isler vardı.

Bazı akşamlar sahibi onu alıp götürürdü; salonu pek severdi. Salon mutfağa göre daha eğlenceliydi. Orada şarkı dinleyebilir, mum ışığında oturabilir, televizyon izleyebilirdi. Hatta camdan dışarı bakabilirdi. Yağmur damlalarının cama vurmasından büyük bir keyif alırdı. Bazı zamanlar, “keşke yağmur damlası olsam” derdi, yerinde öylece kalmak, hareketsiz durmak onu sıkıyordu.

Salondan gülme sesleri geliyordu. “şimdi salonda olmak vardı” dedi. Biliyordu ki, eğlenceli bir ortamdı. Sahibi bu arada mutfağa gidip geliyor, çay doldurup gidiyordu. Fakat çay bitmek üzereydi, çaydanlık üzüldü. “Şimdi ocağı kapatırlar” dedi suratını ekşiterek. Yalnız kalmak istemediğinden, ocağıda kapatsınlar istemiyordu. İşi bitince sürekli rafa kaldırıyorlardı bazen ki, çok nadir ocağın üzerinde bırakıyorlardı. Dolaba konduğunda yalnız kalıyordu, hiç arkadaşı yoktu. Dolapta boş kavanozlar bulunuyordu, onlarla eğlenmek mümkün değildi. Sırf bu yüzden onu ukala biri olarak görüyorlardı. “Kadın geliyor!” diye sayıkladı, çaydanlık ıslık çalmaktan vazgeçti, morali bozulmuştu bir kere, kadın gerçekten ocağın altını söndürdü.

Uzun süren bir yalnızlık, çaydanlığı ağlatmıştı, hiç sevmediği bir şey varsa bu da; yalnız kalmaktı. Kadın epeyce bir süre mutfağa girmedi, çaydanlık öfkelenmeye başlamıştı. “ Neden ben!” dedi. Tekrar camdan dışarıya baktı hâlâ yağmur yağıyordu. “ Tamam, ben de kendim eğlenirim” dedi. Gözlerini kapattı; gökyüzünde uçuyordu, süzülerek aşağı indi, bir pencereye düştü, aynı anda birkaç tane daha damla yanına düşüverdi. Damlaların hepsi gökyüzünden inerken; “yuppi!” diye bağırıyorlardı. Çaydanlık heyecanlanıyor yeniden yapmak için sabırsızlanıyordu. Gökyüzünden aşağıya kendini bırakırken bu defa “yuppi” diye bağırdı, çok eğleniyordu. Yüzlerce, binlerce damla aynı şekilde bağrışıyorlardı sanki lunaparktaydılar.

Kadın mutfağa girdiğinde çaydanlık kendine geldi; “ ne güzeldi!” dedi, yüzü gülüyordu, kendi kendine eğlenebildiği içinde gurur duydu. Kadın meyve hazırlayıp gitti. Çaydanlık bu duruma ne sevindi ne üzüldü. Çok geçmeden misafirler gitti. Kadın mutfağı düzeltmeye girdi. Bulaşıkları yerleştirirken, çaydanlık onu seyrediyordu. Bulaşık  gürültüsü onun yalnız olmadığını hissettirdiğinden şikayet etmezdi. En sonunda kadın onu ocağın üstünden aldı, içini boşaltı, yıkadı, kuruladı, rafa koydu. Tepkisizdi artık alışmalıydı, bu hep böyle olacaktı.

Karanlık rafta; bir köşede öylece duruyordu, uykusu da yoktu. Yan tarafındaki birkaç boş kavanoz, boş lakırdı ediyorlardı. Konuşmak istedi ama cesaret edemedi. “ En iyisi uyumak” dedi sessizce uyudu.

İki gün boyunca hep raftaydı, canı sıkılmıştı. Anlam veremiyordu sürekli kullanmayışlarına.
İki  gün ona  bir asır  gibi  gelmişti. Tükenmeyen  saatler,dakikalar  sonra  bir gün  ansızın….
Yepyeni bir çaydanlık mutfakta belirdi. Çaydanlık şaşkın bakarken, boş kavanozlar fısıldaşmaya başlamıştı bile. “ Ben varım, neden bir tane daha aldılar ki?” diye söylendi. Pencereden kendine baktı; “tamam belki biraz cildim kabarmış, biraz desenlerim bozulmuş ama aslan gibi duruyorum” dedi.

Birkaç gündür yeni gelen çaydanlıkla yan yana durdu. Bazen onu bazen de yenisini kullanıyorlardı. Yeni gelen hiç pas vermiyordu, görünümü çok ukala idi. Burnu kalkık, sapları kalın, çelikten yapılma soğuk görünümlü bir çaydanlık işte diye düşündü. Fakat kabul etmeliydi ki; onu kıskandı, çok güzel bir çaydanlıktı.

Bu kendini beğenmiş çaydanlığa nasıl davranacağını bir  türlü kestiremiyordu. Yaklaşmaya  çalıştığında  tersliyordu. Havasından  yanına  yaklaşılmıyordu. Hem neden kendini ona  yakın davranmak zorunda hissettiğini bilmiyordu. En iyisi tepkisiz kalmak diye düşündü. Birden sessizliği yaran bir ses duyuldu:
_ “ Buldummm!” O karanlık dolabın içinde yankılandı ses. Birden muzipçe  yaptığı coşkulu harekete güldü. Bu kendini beğenmiş çaydanlığa karşı bütün kavanozlarla işbirliği yapmak fikri hoşuna gitmişti. Dolaptan çelik çaydanlığı çoktan çıkarmışlardı. Bunu fırsat bildi.
__ “ Arkadaşlar! Bu yeni gelen çaydanlık kendini beğenmiş biri, hiç sizinle konuştuğunu gördünüz mü? Buna haddini bildirmek lazım, bu şahısla konuşmayalım, onu duymayalım!
Küçük kavanozlardan bir tanesi; “küsmecilik mi oynayacağız?” dedi. Çaydanlıkta onun gibi bir şey diye cevap verdi. Kavanozlar boş lakırdı etmeye devam etti. Ev sahibi, hızlıca hareket edip dolabı açtığında, kavanozların neden böyle dört bir yana dağıldıklarını anlayamadı. Çünkü kavanozlar, galeyana gelip kafalarındaki kapakları fırlatmışlardı. Bir tür isyan başlatmışlardı.
İşi bitince yerine geri dönen çelik çaydanlık, dolaptaki sessizliğe anlam veremedi. Her zaman ki, dedikodu eden kavanozlar nedense suskundu. Emaye çaydanlığınsa bıyık altı gülüşünü fark etmişti. “ Akılları sıra konuşmayacaklar” dedi. Yaptıkları hareketleri kaile almadığını gösteren davranışlarda bulunuyor, kendi kendine şarkı söylüyor, eğleniyordu. En sonunda kavanozlar patladı. Hep birlikte şarkı söylemeye başladılar. Kendilerinden geçen kavanozlar, emaye çaydanlığın ters bakışlarıyla hemencecik susuverdiler.
Mutfakta sessizlik hakimdi. Dışardan gelen güneş ışıkları dolabın içine sızıyordu. Emaye çaydanlık, esnedi. Etrafına göz attığında kavanozlardan bazılarının horladığını fark etti. Aşağı doğru eğildiğinde saklama kaplarının ağızlarının bozulduğunu ve dağıldıklarını gördü. Dışarı çıkmak için sabırsızlanıyordu. Çay yapmak istiyor,camdan dışarıyı seyretmek istiyordu. Yanındaki çelik çaydanlığa yan gözle baktı. “gıcık” diye söylendi. Kadın her sabah yaptığı gibi bir hışımla dolabı açtı; ellerini bir çelik çaydanlığa, bir emaye çaydanlığa götürdü. Mutfağa giren küçük kız bağırdı:

__ “ Anne, çilekli olanı al!” dedi. Kadın hemen çilekliyi indirdi. Ocağın üzerinde suyu kaynatırken o da fıkır fıkırdı sanki  o seçilmiş ve o kazanmıştı. Neredeyse göbek atacaktı, etrafa baktı, çelik çaydanlığın laf taşıyan adamları vardı. Bunlar genellikle işe yaramayan, bir kenara atılan çaydanlık kapaklarıydı. Belki bir umutla çelik çaydanlığa takılır diye yalakalık yapıyorlardı, acınası bir halleri vardı. Bir kez bunların yalan söylediğine bile şahit olmuştu, o zaman hemen isyan edip yalan söylüyorsunuz demişti. Bunu yaptığında herkes onu haklı görmedi. Kötü bir çaydanlık olarak biliniyordu. Oysa ki, küçücük mutlulukları vardı, sevinçleri,hüzünleri vardı. Kendine has saf bir dünyası vardı. Ama bu dolabın içinde onu anlayan kimse yoktu. Yalnızdı ve hep mücadele etmek zorundaydı. Çileğe bir hüzün çökmüştü; çayı demledi bile. Kadın bardakları neşeli neşeli tepsiye yerleştirdi. Küçük kız masanın üzeride duran şekerliği kaptığı gibi annesine getirip verdi. Kadın:
___ “Aferin kızıma” dedi. Salona geçtiler. Kadının misafiri gelmişti, kapının çalmasından anlamıştı zaten. İçi içine sığmadı hemen salona geçmek istedi fakat sahibi hemen onu salona almaz ki. Yarım saat geçti ki, şapkasını havaya fırlatıp geriye takıyor sonra yine fırlatıyordu. Neyse ki, ev sahibi gelip onu aldı da can sıkıntısından kurtuldu. Gelen misafir çok candan birine benziyordu. Eğlenceliydi, çok güldüler. Akşam olduğunda yerine gitmek hep zor gelirdi. Şimdi o boş kavanozların lakırdıları, çelik’in kendini beğenmiş hallerini nasıl çekeceğini düşünüyordu. Dolaba girdiğinde kavanozların ve kapakların birden sustuğunu fark etti. Çaydanlık gövdesini hareket ettirerek;
___ “Çok yorucu bir gündü, çok işim vardı. Uykum var” dedi ve uykuya daldı.

Sabah gözlerini açtığında  birkaç kavanozla, kapakların konuşmasına şahit oldu. Dinlediğini belli etmemek için uyuyor numarası yaptı. Kırmızı kapak :
___ “ Bence Çilek gidecek, çok eskidi. Bak sana yeni çaydanlık aldılar. Çelik  çaydanlık sağlama benziyor, emaye çaydanlığın süsleri hep döküldü.” Kısa mavi kavanoz ise;
___ “ Bana da öyle geliyor ki, yakında atarlar onu. Son günlerde çok değişti. Herhalde kıskandı yeni geleni, çelik çaydanlık gibi davranıyor. Önceden beri bizi sevmezdi diye karşılık verdi. Kapaklardan biri karışıktı söze:
__ “ Üstelik şimdi ona destek olmamızı istiyor, boş versene!”
kapaklardan bir diğeri: “onların arasındaki şey” dedi. O sabah çelik çaydanlık gitmişti. Emaye çaydanlık buna fazla tepki göstermedi. Zaten canı iş yapmak istemiyordu.

Günleri pek iyi geçmiyordu. Yüzü çökmüş, uykusuz ve tatsızdı. Bir türlü mutlu değildi. Belki de bu sözlerden etkilenmişti. Bu dolaptaki pek çok kişi onu değerli bulmuyordu, yeterli de görmüyordu. Bu duyduğu konuşma ona çok ağır gelmişti. Beğenilmiyordu ki ne yapabilirdi. Aslında kendini beğenirdi; ah birde başkaları sevebilseydi, çok isterdi. Gerçekten yeni gelen çaydanlık güzeldi, yapabileceği hiçbir şey  yoktu. Sona yaklaştığını hissediyordu. Bir haftadır dolabın içindeydi, sahibi onu terk etmişti. Sokağa atılan bir kedi yavrusu yada cami havlusuna bırakılan zavallı bir bebekti o.

Beklenen an nihayetinde gerçekleşmiş, ev sahibi eskimiş olan çaydanlığı çöpe atmıştı. Kadının elinde giderken, korkusu büyümüş, ağlamıştı. Yerler içindeki suyu döke döke gitmesinden dolayı ıslanmıştı. Kimse anlamadı onun giderken ağladığını. Öyle mağdurdu ki, öyle dik başlıydı ki. Arkasından giderken yapılan dedikodulara bile cevap vermedi. Dolaptan boş lakırdı sesleri geliyordu. O giderken sevinenler vardı, bunu gizlemiyorlardı ki.

Acı içinde çöp tenekesinde duruyordu. Bunca yıl ki, emeğinin karşılığı bu olmamalıydı. Artık hayatı bitmiş, bir kağıt parçası gibi buruşturulup bir kenara atılmıştı. Bu şekilde de yaşamak istemiyordu. Kadın çöpü, akşam kapıcıya verdi, kapıcı alıp büyük çöp kutusuna attı; dışarıdaydı ve nefes alabiliyordu ama mutlu değildi. Kalbi kırık dökük ve paramparçaydı, güzelliği biten her şey hep bir kenara atıldığı gibi o da atılmıştı. Sonra çöpün içinden gördüğü kadarıyla bir adam eğildi, gülerek, kibarca onu olduğu yerden kaldırdı. Üzerini sildi, “güzel bir şeysin” dedi. Çaydanlık:
“Son zamanlarda duyduğum en güzel söz” diye içinden geçirdi. Adam dağınık saçlı, eski, dökük giyimli, fakir biriydi, onu kolunun altına aldı ve hiç bilmediği sokaklarda onu bir eve götürdü.

Bir kadın, adamı karşıladı; “ sana ne getirdim bak!dedi, kadın gülümseyerek aldı, “çok güzel” dedi. Çaydanlık heyecanlandı; “beni bu halimle sevecek bir aile buldum nihayetinde” dedi. Adam çaydanlığı göstererek; “bunu satacağım” dediğinde kadında, çaydanlıkta çok şaşırdı. Çaydanlık neşesini kaybetmiş, eski haline dönmüştü. “Biraz bakım yapıp, dükkana götüreceğim. İçinde kalmasın biraz kullan” dediğinde çaydanlık ve kadın buna çok sevindi. Bir süre dinlendi, temizlendi, bakım uygulandı derken çaydanlık dükkana gitti. Yeni arkadaşlar edindi, neşeli, huzurlu bir hali vardı. “Şimdi gelip görsünler beni” diye söylendi.

Dükkana giren bir müşteri çaydanlığı beğendi. Her halinden zengin olduğu belli olan bu kadın, sevimli bulduğu için aldığını söyleyerek dükkandan çıktı. Çaydanlık güzel bir ambalajın içinde yepyeni duruyordu. Kadın hemen onu yıkadı ve çay yaptı. Eski dolabına benzemeyen, geniş, hoş kokulu bir dolaba geri konduğunda; içinden hoş kokular gelen çeşit çeşit reçel kavanozlarının yanına yerleştirildi. Kavanozlar tatlı dilli ve güler yüzlüydü. Hemen kaynaşıvermişlerdi. Üstelik eski bir çelik çaydanlık orada durmaktaydı. Onunla da çok iyi anlaşmıştı. Çaydanlık; “huzur bu olsa gerek” diye düşündü. Yeni evini, yeni sahibini ve yeni hayatını çok sevmişti.

Sabah erkenden uyandı. Kibar ev sahibi onu aldı, onu sevdiğini belli ederek bir çay demledi. Çaydanlık yerinden memnundu, burada herkes onu seviyor ve olduğu gibi kabul ediyordu. Ağır ağır çayı pişirirken, şarkılar söylüyor, ıslık çalıyor hatta kafasındaki şapkayı bile fırlatıp duruyordu…











ESKİCİ

Göztepe’de Cadde üstünde sıralı dükkânların arasında küçük ve en eski olanı oydu. Bir antika dükkânı…  Sahibi yıllar önce vefat etmi...