Göztepe’de Cadde üstünde sıralı dükkânların arasında küçük
ve en eski olanı oydu. Bir antika dükkânı…
Sahibi yıllar önce vefat etmiş yerini oğluna bırakmıştı. Mahalle kültürü
ile büyüdüğü için, esnafla arası iyiydi. Esnafta onu bu yüzden çok severdi,
babasını aratmazdı. Dükkânı açar açmaz ilk işi çayını içmekti. Ondan sonra
eline bezi alır başlardı rafları, eşyaları temizlemeye. Babasından öyle görmüştü.
Babası varmış gibi hareket ederdi. Sanki bir yerlerden onu izliyor gibi
gelirdi. Hafif bir müzik açardı. Sözgelimi; Türk sanat müziği çok severdi. O
nağmeler eşliğinde şarkısını mırıldanarak dolanırdı etrafta. Öğleden sonra
özellikle çay içerlerdi, sohbet etmek için. Kapının önüne tabureler yerleşirdi.
Ortada sehpa niyetine küçük bir tabure bulunurdu.
Yine böyle bir öğleden sonra çay saatinde, bir arkadaşı
ziyarete gelmişti. Uzun zamandır görüşmüyorlardı. Arkadaşının haber vermeden
gelmesine şaşırmış ama aynı zamanda sevinmişti. Hoş geldin deyip buyur ettikten
sonra ona da bir çay söyledi. Diğer esnaflar dükkânlarına geri döndüler. Baş
başa kalmışlardı. “Anlat bakalım” dedi Suat
“Abi, ben yurtdışına gidiyorum!” Suat şaşırdı.
“Nerden çıktı?” dedi.
“ Abi ne zamandır gitmek istiyordum. Hep buralardayız biraz
değişiklik yapalım.”
“Yap tabi oğlum! Değişiklik iyidir.” “ Ne zaman, kimle
gidiyorsun?” diye sordu Suat.
“ Bizim işyerinden çocuklarla gidiyorum, bir hafta sonra
hayırlısıyla gidiyorum” dedi arkadaşı.
“ Nereye gidiyorsunuz peki?”
“ Bizim çocuklar Almanya’yı özellikle istediler, ben de
onlara uydum.”
“ Pek güzel!” dedi Suat.
Arkadaşı hemen ona sordu;
“ Sen ne yapıyorsun?
Var mı bir değişiklik?” Elini omzuna attı. Aslında cevabı biliyormuş gibi davranarak
sormuştu. Suat ona tam da beklediği cevabı vermişti.
“Bir şey yok!” dedi. Mahir’in surat ifadesi hiç değişmedi.
“ Suat, bak kardeşim. Bana kızma ama baban gibi yaşıyorsun,
kaç yaşındasın hala bu dükkândan buradan çıkamadın, evlenmedin de etrafına da
bakmıyorsun. Babandan sonra daha bir içine kapandın.”
“Abi ne yapayım şimdi?” dedi hafif sinirlenerek.
“Dükkân babamdan yadigâr, o nasıl titrerdi bu dükkâna,
eşyalarına!”
“ Anlıyorum!” dedi arkadaşı Mahir.
“Ben sana çık gez diyorum. Dükkândan eve, evden dükkâna
gidiyorsun.” Yüzü iyice kızarmıştı Suat’ın şimdi arkadaşına bir şey derse
kalbini de kırmak istemiyordu.
“Kapatalım bu konuyu!” dedi.
Mahir her zaman böyle sert konuşmaz ama sert konuşması
gereken durumlarda da lafını esirgemezdi. Kaç yıllık dostlardı, bilirdi
kötülüğünü istemezdi. Yalnızlığa mahkûm etti kendini diye ona kızardı. Belki
haklıydı ama annesinin ardından kısa zamanda babacığını kaybetmişti. Birden
bire kimsesiz kalmıştı. Onlarda mürüvvetini görememişti. Sanki onlarla birlikte
tüm güzellikleri kaybetmişti. Mahir çayını yudumlarken bir yandan da cep
telefonundan gelen mesajı okuyordu. Suat dalıp gitmişti. Mahir’e kızmıştı ama
dediklerini düşünüyordu.
Mahir telefonla işi bitince Suat’a;
“Ben kalkıyorum abi, kız arkadaşımla buluşacağım. Sen
dediklerimi düşün, buradaki tüm antika eşyaların buraya geliş hikâyelerini
biliyorsun. Eski anıları alıyor, birilerine yeni anılar için satıyorsun. Ancak
senin yeni anıların hiç olmayacak sanırım! Ağır oldu biliyorum ama inan ki,
daha iyi olmanı istiyorum!”
Suat:
“ Tamam, kardeşim eksik olma ama ben böyle iyim!” dedi. Bunu
söylerken sanki tahammülünde son noktaya gelmiş gibi bir kızgınlıkla
konuşmuştu.
Mahir giderken arkasından baktı.
“ Hayret bir şey Mahir!” dedi.
İçeriden tepsiyi aldı, bardakları tepsiye koydu, tabureleri
içeri aldı. İçerde küçük bir mutfak vardı. Bardakları yıkadı, kaldırdı. Tam
kasanın yanına gidecekti ki, müşteri içeri girdi.
Bir gençten çocuk, yirmili yaşlarında, kız arkadaşına hediye
almaya gelmiş. “ Benim sevgilim antikadır biraz, seviyor böyle eski şeyleri”
dedi. Suat gülümsedi, “Kaldı mı öyle
antika bir kız bu devirde?” diye sordu. Genç çocuk;
“ Benim sevgilim işte!” dedi. Güldüler.
Müşterisine birkaç tane beğeneceği genç kızlara uygun olacak
eşyaları gösterdi.
“Ne alayım bilmiyorum ki?” dedi.
Suat’tan destek istiyordu. Suat ona varaklı bir saç fırçası
ile ayna önerdi. Büyük bir şey değildi, daha büyükleri de vardı ama bu küçük
kız için en uygunu bunlardı. Abartılı da değildi. Çocuk kabul etti. Aldı gitti.
Suat müşterinin arkasından baktı. Zengin bir ailenin genç
kızına ait eşyalardı. Büyük bir borç yüzünden evdeki birçok antika eşyayı
satmışlardı. Genç kız çok ağlamıştı onu hatırladı, hüzünlendi.
Akşam olmaya başlayınca artık müziği kapattı, dükkânı
kilitledi ve evin yolunu tuttu.
Evde dünden kalan yemekler vardı. İsteksizce eve girdi. Buz
gibi ev üstelik yalnızlık kokuyordu. Dolaptan yiyecekleri çıkardı, ısıttı bir
yandan masayı hazırladı.
Bugün daha mı tatsızdı. Üstünü değiştirecekti dolapta babasının
birkaç kazağını gördü. Eşyaların bir kısmını verse de bazı eşyalar duruyordu.
Pijamalarını giydi, salona gitti, televizyonu açtı. Mutfakta meyve hazırladı
kendine annesinin tabakları duruyordu birini aldı. Kanepe hala babasının aldığı
kanepe idi. Kaç yıl öncesinin, canı sıkıldı tabağı bıraktı kanepeye. Pencereye
gitti. Parka bakıyordu evi, gözleri parka gitti. Akşam saat yedi kimseler yok.
Çocuklar evlerinde tabi.
“Eskici!” diye bir ses duyduğunu sandı”.
Mahir ona hep eskici derdi. Sanki mahir arkasında duruyormuş
gibi geriye doğru baktı. Kimse yoktu. Tekrar baktı parka doğru.
“Eskici!” yine duydu.
Geriye dönmedi.
Oturma odasındaki vitrinin çekmecesinden resimleri çıkardı.
Anne ve babasının resimlerine baktı. O geceyi hatırladı. Babası evde yalnızdı, arkadaşları
ile dışarıdaydı. Babası rahatsızlanınca hastaneye de komşular yetiştirmişti.
Ancak kalp krizi geçirdiği için o gece kaybetmişlerdi. Hastaneye geldiğinde
doktorlar acil müdahalede bulunmuştu ancak sonuç olumlu olmamıştı. O yüzden
kendisini hiç affedemedi. Babası öleli neredeyse beş sene olmuştu. Beş senedir
sanki babasının ruhunda yaşıyordu. Hep babasının yalnızlığını yaşamak ister
gibi.
Suat birden kalktı. Dolaptaki eşyaları, tabakları,
fotoğrafları, belgeleri, ne varsa hepsini topladı. Bahçeye çıktı. Küçük teneke
bir kutu buldu, içine attı ve yaktı.
Ertesi gün, satılık ilanı verdi. Esnaf oldukça şaşkındı.
Suat onlara hiç bir şey söylemedi. Ama artık eskici olmak istemiyordu. Yeni
anılar biriktirmek istiyordu. Bunu onlara söyleyemezdi elbette. Birkaç güne bir
alacaklı çıkardı diye düşündü.
Esnaf fısıldaşmaya başlamıştı. Birkaç samimi abileri
toplaşıp ziyaretine gelmiş, burayı satmaması gerektiğini söylemişti. Suat
uzaklaşması gerektiğini düşünüyordu. Evi de değiştirmeye karar vermişti. Yeni
bir hayat istiyordu. Onlara düşüneceğini söylemişti.
Birkaç gün araştırma yaptı, sordu soruşturdu. Göztepe’de
farklı bir mahallede ev buldu. Tam istediği gibi bir ev almıştı. Küçük ev almak
istemedi. Ne de olsa aile kurmak istiyordu. Dükkânı satmaktan vazgeçti. Mahirin
babası mobilya işinde çalışıyordu, iyi de kazanıyordu. Onun yardımı sayesinde
modern mobilyalar satmaya başladı. Dükkân küçük olduğu için, fazla büyük
mobilyalarla işe başlamadı. Bebek eşyaları ve orijinal ev eşyaları sattı. Çok
ilgi çekti. İşleri büyüttü. Başka bir yerde ikinci dükkânını açtı, daha büyük
mobilyaları da satmaya başladı.
En son Suat dükkânında koltuğunda kahve içiyordu, ağzında
purosu, sırıtıyordu. Mahir:
“Esnaf seni soruyor eskici!” dedi gülerek.
Purosundan bir kez daha çekti ve dumanını Mahire doğru
üfledi.
“Dostum söyle onlara eskici öldü!”.