Ana sayfa

Hakkımda

3 Ocak 2019 Perşembe

ESKİCİ




Göztepe’de Cadde üstünde sıralı dükkânların arasında küçük ve en eski olanı oydu. Bir antika dükkânı…  Sahibi yıllar önce vefat etmiş yerini oğluna bırakmıştı. Mahalle kültürü ile büyüdüğü için, esnafla arası iyiydi. Esnafta onu bu yüzden çok severdi, babasını aratmazdı. Dükkânı açar açmaz ilk işi çayını içmekti. Ondan sonra eline bezi alır başlardı rafları, eşyaları temizlemeye. Babasından öyle görmüştü. Babası varmış gibi hareket ederdi. Sanki bir yerlerden onu izliyor gibi gelirdi. Hafif bir müzik açardı. Sözgelimi; Türk sanat müziği çok severdi. O nağmeler eşliğinde şarkısını mırıldanarak dolanırdı etrafta. Öğleden sonra özellikle çay içerlerdi, sohbet etmek için. Kapının önüne tabureler yerleşirdi. Ortada sehpa niyetine küçük bir tabure bulunurdu.

Yine böyle bir öğleden sonra çay saatinde, bir arkadaşı ziyarete gelmişti. Uzun zamandır görüşmüyorlardı. Arkadaşının haber vermeden gelmesine şaşırmış ama aynı zamanda sevinmişti. Hoş geldin deyip buyur ettikten sonra ona da bir çay söyledi. Diğer esnaflar dükkânlarına geri döndüler. Baş başa kalmışlardı. “Anlat bakalım” dedi  Suat

“Abi, ben yurtdışına gidiyorum!” Suat şaşırdı.

“Nerden çıktı?” dedi.

“ Abi ne zamandır gitmek istiyordum. Hep buralardayız biraz değişiklik yapalım.”

“Yap tabi oğlum! Değişiklik iyidir.” “ Ne zaman, kimle gidiyorsun?” diye sordu Suat.

“ Bizim işyerinden çocuklarla gidiyorum, bir hafta sonra hayırlısıyla gidiyorum” dedi arkadaşı.

“ Nereye gidiyorsunuz peki?”

“ Bizim çocuklar Almanya’yı özellikle istediler, ben de onlara uydum.”

“ Pek güzel!” dedi Suat.

Arkadaşı hemen ona sordu;

“  Sen ne yapıyorsun? Var mı bir değişiklik?” Elini omzuna attı. Aslında cevabı biliyormuş gibi davranarak sormuştu. Suat ona tam da beklediği cevabı vermişti.

“Bir şey yok!” dedi. Mahir’in surat ifadesi hiç değişmedi.

“ Suat, bak kardeşim. Bana kızma ama baban gibi yaşıyorsun, kaç yaşındasın hala bu dükkândan buradan çıkamadın, evlenmedin de etrafına da bakmıyorsun. Babandan sonra daha bir içine kapandın.”

“Abi ne yapayım şimdi?” dedi hafif sinirlenerek.

“Dükkân babamdan yadigâr, o nasıl titrerdi bu dükkâna, eşyalarına!”

“ Anlıyorum!” dedi arkadaşı Mahir.

“Ben sana çık gez diyorum. Dükkândan eve, evden dükkâna gidiyorsun.” Yüzü iyice kızarmıştı Suat’ın şimdi arkadaşına bir şey derse kalbini de kırmak istemiyordu.

“Kapatalım bu konuyu!” dedi.

Mahir her zaman böyle sert konuşmaz ama sert konuşması gereken durumlarda da lafını esirgemezdi. Kaç yıllık dostlardı, bilirdi kötülüğünü istemezdi. Yalnızlığa mahkûm etti kendini diye ona kızardı. Belki haklıydı ama annesinin ardından kısa zamanda babacığını kaybetmişti. Birden bire kimsesiz kalmıştı. Onlarda mürüvvetini görememişti. Sanki onlarla birlikte tüm güzellikleri kaybetmişti. Mahir çayını yudumlarken bir yandan da cep telefonundan gelen mesajı okuyordu. Suat dalıp gitmişti. Mahir’e kızmıştı ama dediklerini düşünüyordu.

Mahir telefonla işi bitince Suat’a;

“Ben kalkıyorum abi, kız arkadaşımla buluşacağım. Sen dediklerimi düşün, buradaki tüm antika eşyaların buraya geliş hikâyelerini biliyorsun. Eski anıları alıyor, birilerine yeni anılar için satıyorsun. Ancak senin yeni anıların hiç olmayacak sanırım! Ağır oldu biliyorum ama inan ki, daha iyi olmanı istiyorum!”

Suat:

“ Tamam, kardeşim eksik olma ama ben böyle iyim!” dedi. Bunu söylerken sanki tahammülünde son noktaya gelmiş gibi bir kızgınlıkla konuşmuştu.

Mahir giderken arkasından baktı.

“ Hayret bir şey Mahir!” dedi.

İçeriden tepsiyi aldı, bardakları tepsiye koydu, tabureleri içeri aldı. İçerde küçük bir mutfak vardı. Bardakları yıkadı, kaldırdı. Tam kasanın yanına gidecekti ki, müşteri içeri girdi.

Bir gençten çocuk, yirmili yaşlarında, kız arkadaşına hediye almaya gelmiş. “ Benim sevgilim antikadır biraz, seviyor böyle eski şeyleri” dedi. Suat gülümsedi,  “Kaldı mı öyle antika bir kız bu devirde?” diye sordu. Genç çocuk;

“ Benim sevgilim işte!” dedi.  Güldüler.

Müşterisine birkaç tane beğeneceği genç kızlara uygun olacak eşyaları gösterdi.

“Ne alayım bilmiyorum ki?” dedi.

Suat’tan destek istiyordu. Suat ona varaklı bir saç fırçası ile ayna önerdi. Büyük bir şey değildi, daha büyükleri de vardı ama bu küçük kız için en uygunu bunlardı. Abartılı da değildi. Çocuk kabul etti. Aldı gitti.

Suat müşterinin arkasından baktı. Zengin bir ailenin genç kızına ait eşyalardı. Büyük bir borç yüzünden evdeki birçok antika eşyayı satmışlardı. Genç kız çok ağlamıştı onu hatırladı, hüzünlendi.

Akşam olmaya başlayınca artık müziği kapattı, dükkânı kilitledi ve evin yolunu tuttu.

Evde dünden kalan yemekler vardı. İsteksizce eve girdi. Buz gibi ev üstelik yalnızlık kokuyordu. Dolaptan yiyecekleri çıkardı, ısıttı bir yandan masayı hazırladı.

Bugün daha mı tatsızdı. Üstünü değiştirecekti dolapta babasının birkaç kazağını gördü. Eşyaların bir kısmını verse de bazı eşyalar duruyordu. Pijamalarını giydi, salona gitti, televizyonu açtı. Mutfakta meyve hazırladı kendine annesinin tabakları duruyordu birini aldı. Kanepe hala babasının aldığı kanepe idi. Kaç yıl öncesinin, canı sıkıldı tabağı bıraktı kanepeye. Pencereye gitti. Parka bakıyordu evi, gözleri parka gitti. Akşam saat yedi kimseler yok. Çocuklar evlerinde tabi.

“Eskici!” diye bir ses duyduğunu sandı”.

Mahir ona hep eskici derdi. Sanki mahir arkasında duruyormuş gibi geriye doğru baktı. Kimse yoktu. Tekrar baktı parka doğru.

“Eskici!” yine duydu.

Geriye dönmedi.

Oturma odasındaki vitrinin çekmecesinden resimleri çıkardı. Anne ve babasının resimlerine baktı. O geceyi hatırladı. Babası evde yalnızdı, arkadaşları ile dışarıdaydı. Babası rahatsızlanınca hastaneye de komşular yetiştirmişti. Ancak kalp krizi geçirdiği için o gece kaybetmişlerdi. Hastaneye geldiğinde doktorlar acil müdahalede bulunmuştu ancak sonuç olumlu olmamıştı. O yüzden kendisini hiç affedemedi. Babası öleli neredeyse beş sene olmuştu. Beş senedir sanki babasının ruhunda yaşıyordu. Hep babasının yalnızlığını yaşamak ister gibi.

Suat birden kalktı. Dolaptaki eşyaları, tabakları, fotoğrafları, belgeleri, ne varsa hepsini topladı. Bahçeye çıktı. Küçük teneke bir kutu buldu, içine attı ve yaktı.

Ertesi gün, satılık ilanı verdi. Esnaf oldukça şaşkındı. Suat onlara hiç bir şey söylemedi. Ama artık eskici olmak istemiyordu. Yeni anılar biriktirmek istiyordu. Bunu onlara söyleyemezdi elbette. Birkaç güne bir alacaklı çıkardı diye düşündü.

Esnaf fısıldaşmaya başlamıştı. Birkaç samimi abileri toplaşıp ziyaretine gelmiş, burayı satmaması gerektiğini söylemişti. Suat uzaklaşması gerektiğini düşünüyordu. Evi de değiştirmeye karar vermişti. Yeni bir hayat istiyordu. Onlara düşüneceğini söylemişti.

Birkaç gün araştırma yaptı, sordu soruşturdu. Göztepe’de farklı bir mahallede ev buldu. Tam istediği gibi bir ev almıştı. Küçük ev almak istemedi. Ne de olsa aile kurmak istiyordu. Dükkânı satmaktan vazgeçti. Mahirin babası mobilya işinde çalışıyordu, iyi de kazanıyordu. Onun yardımı sayesinde modern mobilyalar satmaya başladı. Dükkân küçük olduğu için, fazla büyük mobilyalarla işe başlamadı. Bebek eşyaları ve orijinal ev eşyaları sattı. Çok ilgi çekti. İşleri büyüttü. Başka bir yerde ikinci dükkânını açtı, daha büyük mobilyaları da satmaya başladı.

En son Suat dükkânında koltuğunda kahve içiyordu, ağzında purosu, sırıtıyordu. Mahir:

“Esnaf seni soruyor eskici!” dedi gülerek.

Purosundan bir kez daha çekti ve dumanını Mahire doğru üfledi.

“Dostum söyle onlara eskici öldü!”.












30 Aralık 2018 Pazar

"HAYATIN RİTMİ"



Ritim kelimesini hayatımızın içinde edebiyatta, müzikte, bilimde pek çok alanda kullanıyoruz. Nedir tam manası ile? Ritim kelimesini araştırdığımda şöyle tanımlamalar vardı;
Ritim; çeşitli aletlere vurarak çıkarılan, düzenli ve akıcı seslerin oluşturduğu müziktir. Vurmalı çalgıların ve perküsyonun temelidir.
Bir dizede, bir notada vurgu, uzunluk veya ses özelliklerinin, durakların düzenli bir biçimde tekrarlanmasından doğan ses uygunluğu, tartım, dizem. (TDK Sözlük) İmla kurallarında yazım şekli “ritimdir.
Genellikle ritim için, düzenli belli bir tempo manasında kullanıyoruz. Ayrıca Latince de akış demek.
Bana en yakın anlamı veren, Latinceden gelen akış ifadesi oldu.   
Hayatın ritmini yakalamak deyimini duymuşsunuzdur; harika bir deyim değil mi? Çünkü hayatın düzenli giden bir akışı var; bu akışın içinde “anda kalmak” büyük bir başarı.
Anda kaldığınızda, farkındalığınızın da arttığını göreceksiniz. Sözgelimi; bir elmayı ısırdığınızda, geçmişe ya da geleceğe gitmeden sadece ısırdığınız parçanın ağzınızda bıraktığı ize yoğunlaşsanız anın tadını da çıkarmış olacaksınız. Çoğu kere bunu yapamıyoruz, kendi iç hesaplaşmalarımız, kendimize dair iç konuşmalarımız anı yaşamamıza izin vermiyor. Bu durumu değiştirmek için ne yapmamız gerekir?
 Akışı değiştirmek yeterli olacaktır. Canlı, net ve akıcı olması için neler yapmalıyız?
· Sıcak yuvadan çıkmalı, harekete geçmeli. Nerede hareket orada bereket hatırlayın lütfen bu sözü:)
· Net olun, kararlı olun.
·Her gün meditasyon yapın bu size iyi gelecektir.
·Her sabah hareketli bir müzikle dans ederek güne başlayın.
·Olumlu düşünün ve olumlu konuşun.

Daha ne olsun bunlar bile yeter :))

Hayallerinizi yazmak, kendinize hedefler koymanız; hayatınızın akışınızı düzenlenmenize yardımcı olacaktır. Akışın hızlanması, canlanması ise; tamamen sizin kendinizi motive etmenizle alakalıdır. Dua etmek, hobilerinize zaman ayırmak, insanlarla sosyalleşmeniz bunlar kendinizi iyi hissettirdiğinden; akıcılık oluşturacaktır.
Hayatınızda heveslendiğiniz, heyecan duyduğunuz bir şeyler olmalı. Bunu bulmalısınız!
Dans figürleri nasıldır? Bir düzende gider; yavaşça giriş yapılır, yavaşça hareketler tekrarlanır ve sonra hızlanır, daha sonra da tekrar yavaşlamaya başlar. Aslında hayatta öyle değil midir? Tek bir düzende gitmez; aynı duygular, düşünceler akıp gitmez. Duygular, düşünceler, olaylar sürekli değişir. Evrende hareket halindedir. Gökyüzündeki bulutlar bile yer değiştirir öyle değil mi?  Hal böyle olunca tempoyu artırmak lazım!
Hadi kıpırdayın!
Şimdi yeni öğrendiğim bir tekniği anlatıyorum. Hazır mısınız?
Evet, şöyle rahat bir yere geçin. Rahat bir pozisyon alın. Belki uzanmak isteyebilirsiniz, belki rahat bir oturma pozisyonu almak isteyebilirsiniz. Yerleştikten sonra yavaşça gözlerinizi kapatın. Yavaşça burnunuzdan nefes alın, yavaşça nefesinizi bırakın. Yavaş hareket etmek, durağanlığı sağlayacağı için öncellikle sakinleşmek ve telaşı bırakmanızı sağlayacaktır. Bu esnada, düşünceleriniz anda kalmayıp sürekli ilerleyecek ve akacaktır. Nefesinizin süresini uzatın hemen bırakmayın, içinizden 10 kadar sayın. Alırken de süreyi uzun tutun. Bu sırada; “kontrol bende, şimdi buradayım, andayım” deyin. Başka bir şey düşünmeyin, nefesinize odaklanın. Nefesinize odaklandıkça anda kalacaksınız. İlk denemelerde zorlanabilirsiniz belki tam olarak anda kalamayabilirsiniz ama zamanla anda kalmayı başarabileceksiniz.
 Zihninizi şaşırtmak, hayatınızda büyük değişimler yaratabilir. Bu alışkın olduğunuz bir çok şeye duyarsız kalmanıza neden olurken, farklı ufacık bir alışkanlığı değiştirmeniz bir anda tehlikedeymişsiniz hissi verecektir. Zihin hemen korumaya geçmeye çalışacaktır. Gördüğünüz gibi abartılı ve tehlikeli işler yapmanıza gerek kalmadı böylece :) Farklı yollardan işe gitmeyi denemek, sağ elinizi kullanmak yerine sol elinizi kullanmak daha önce yapmadığınız bir el becerisi gereken işi yapmanız( yemek yapmak, ebru sanatı, örgü, takı vs…) bütün bunlar size katkı sağlayacaktır. Mutlaka çalışırken yaptığınız işe odaklanın.
Başka bir teknik daha anlatacağım. Hızlı nefes tekniği inanılmaz bir motivasyon kaynağı. İtiraz istemem, sonuçta tek düze bir akış kimseyi mutlu etmez. Diyorum ki, azıcık hareket edelim. Rahat bir pozisyon seçelim, ister oturarak ister yatarak. Bu defa hızlı nefes alıp vereceğiz. Derin nefes alıp, derin nefes bırakacağız. Arka arkaya seri şekilde bunu gerçekleştirdikten sonra kendinizi inanılmaz iyi hissedeceksiniz.
Bütün bu egzersizlerden sonra bir kahveyi hak ettiniz :)
Günde 1 kez yapmanız yeterli özellikle sabah saatlerinde yapmanızı öneririm.
“Canlı, kararlı, akıcı, hareketli olmaya niyet ediyorum “ diyerek önce niyetinizi belirtin sonrasında teknikleri yapın. Güne mutlulukla başlayacağınızı söyleyebilirim.
Nefes almak hayattaki en büyük ritimdir. Harika bir şey! Al, ver, al ve ver…
“Almak ve vermek” sadece nefes olayında değil yaşamın her alanında önemli. Bu dengeyi kurabilirsen, hayatındaki tüm akışlar hızlanacaktır.
Unutma bu ritim sana ait; kalbin ve nefesin nasıl bir ritim belirlerse öyle yaşarsın. Seçimlerinin sorumluluğunu almalısın.
Durma hayatın ritmine katıl!





30 Kasım 2018 Cuma

HAYAL ETMEK: “HAYALLERİNE KAVUŞMA ZAMANI GELDİ”





Hayatımızda bizi ayakta tutan, canlandıran önemli, etkileyici bir olay; hayal kurmak ve hayallerimizi gerçekleştirmektir. Pek az insan hayallerinin peşinden gider. Çünkü genellikle insanlar hayallerinin gerçekleşemeyecek kadar uzak olduğunu düşünmeye eğilimlidir. Hayal kurduklarında gerçekleşmeyecek olursa uğrayacakları hayal kırıklığı fikrine katlanamazlar. Ya da gerçekleşecek olursa nasıl davranacaklarını bilmemelerinden kaynaklı daha işin en başından direnç gösterirler. Böylece yaşamlarının gerçek amaçlarını bulmadan kayıp bir yaşama hapsolurlar.

Hayallerimizi gerçekleştirme yolunda atılacak adımlar, inançlar, yaklaşımlardan bahsetmeden önce;

Gelin gerçekçi olmayı bir kenara bırakın. Biraz hayaller hakkında konuşalım. En son ne zaman hayal kurdunuz? Neydi bu hayaliniz? Bunu bir düşünün. Hayaller listesi oluşturmaya ne dersiniz? Aklınıza gelen bütün hayalleri yazın! Asla beş tane yazın, on tane yazın demiyorum, sınırsızsınız.

Ne olsa, ne yapsanız mutlu olurdunuz? Huzurlu, mutlu ve dingin…

Listeler hazırlandı ise; yapılacaklardan bahsedebilirim.

Fakat minik bir örnek listede eklemek istiyorum.

Sözgelimi;

1.      Yüksek lisans yapmak.

2.      Dans okuluna yazılmak.

3.      Kitap yazmak.

4.      Şarkı söylemek

5.      Paraşüt ile uçmak

6.      Yurt dışı seyahat etmek.

7.      Bir ünlü ile tanışmak. Gibi…

Ne kadar renkli bir liste oldu değil mi? En azından kafanızda şekillenmiştir diye düşünüyorum. Harika!

O halde şimdi ne yapacağız? Formül geliyor?

= Niyet+ olumlu cümle ile destekleme+ Çaba

İbadet ederken bile niyet etmek ne kadar önemlidir. Bir işi yapacağınız zamanda bu denli önemlidir.

Bir süre, bir zaman tanıyın. Şu zamana kadar, şu kadar işi yapacağım gibi. Daha sonra bu konuda inancınızın da pekiştirmek içinde bazı olumlu cümleleri kullanın. Başlarda bu cümlelere inanmak zor gelecek olabilir ancak emin olun 21 günden sonra özellikle inancınızın kuvvetlendiğini göreceksiniz.

·        Başarılı olma arzum, motivasyonumu güçlendiriyor

·        Büyük veya küçük, her yaptığım işi önemsiyorum

·        Her işte başarıyı elde etmek için meydan okuyorum

·        Güçlü bir kişiliğe sahibim

·        Baskı altında dahi, başarı hedefimden sapmıyorum

·        İş hayatımdaki başarılarımla çevremdekiler gurur duyuyor

·        Sosyal hayatımdaki başarılarımla insanları etkiliyorum

·        Bedenimin içindeki enerjiyi dışarıya vuruyorum

·        Başarı arzum ile başarıyı kendime çekiyorum.

http://olumlama-olumlamalar.blogspot.com/ ‘ alıntı bloğu da inceleyebilirsiniz.

Gelelim çaba kısmına. Hayal etmek, istemek, olumlu cümleler kurmak elbette önemli ancak eylem olmadan bir işe yaramaz onu söyleyebilirim. Yüksek lisans yapmak istiyorsanız, oturup ders çalışmalısınız. Kitap yazmak için, kâğıdı, kalemi elinize almalısınız. Ya da dans etmek istiyorsanız okula yazılmalısınız. Yani bir yerden başlamalısınız.



Liste hazır ama başlayamıyor musunuz? Yıllar oldu belki hala yapmadınız? Yapacaklar listeniz, hayal tablonuz hala duruyor?



Ne kadar isteklisiniz? Gerçekten istekli misiniz o listedekileri yapmaya? Doğru hayaller, doğru istekler mi? Ne istediğinizden emin olun! Tekrar soruyorum;

“GERÇEKTEN Mİ İSTİYORSUNUZ?”



Peki, gerçekten istiyorsanız neden yapmıyorsunuz? İki nedeni var;



1.      Gerçekten istemiyorsunuz. İstemiş olsanız yapardınız.

2.      Korkuyorsunuz, cesaret edemediniz, mükemmel yapmalısınız.



Alışkanlıklarınız mı var değiştiremiyorsunuz? Ya da birilerini, bir şeyleri bahane mi ediyorsunuz? Gerçek bir soruna mı sahipsiniz? Peki, gerçek nedenleri bahanelerden nasıl ayırırız?  Çok basit ve net bir cevabı var bunun. Bir cümlenin sonuna “ama” sözcüğü geliyorsa, “bir dahaki sefere ya da daha sonra yaparım” gibi cümleler kullanıyorsanız kesinlikle bahane ediyorsunuz.



Şu an sizinle bir hayal kuralım: Elinizde bir çanta olsun, içinde mazeretlerin olduğu; açın, içine bakın. Neler var? Listelemek her zaman iyidir. Fark etmenize yardımcı olur ayrıca aklınıza çözümler gelmeye başlar. Ben hemen birkaç tane yazıyorum:



·        Uykum var, sonra yaparım.

·        Şimdi sırası değil.( neden?)

·        Hiç yapasım yok.

·        Daha zamanım var.

·        Önemli bir şey değil.

·        Yapmam şart değil.



Bakın çantadan neler çıkıyor? Tembellik, vurdumduymazlık, adam sendecilik:), üşengeçlik, korkmak ve ötelemek gibi. Mazeret çantamızı atıyoruz, isterseniz içini boşaltın, yeni çanta almam diyorsanız :)



Çantanın adını da değiştirmek gerekir. Artık mazeretleriniz olmadığına göre! Motivasyon çantası, kulağa hoş geliyor, ben sevdim valla! Bakalım çantada neler var?



1.      Hayal panosu yapın.



Renkli bir kartona, listelemiş olduğunuz hayallerinizin resimlerini çeşitli dergilerden bularak, kesip, yapıştırın. İçinde sayısız görselin olduğu, renkli harika bir pano yapın. Yine renkli kalemlerle, sizi harekete geçirecek özlü sözleri, kelimeleri resimlerinizin arasına yazın ya da yapıştırın.



2.      Hayal kurun.



Kendinizi hayalinizi gerçekleştirdiğiniz o anı hayal etmenizi ve o duyguyu yaşamanızı istiyorum. Başardığınız an! O muhteşem anı düşünün!



3.      Müzik dinleyin!



Sizi etkileyen, coşku veren, heyecanlandırıcı bir müzik bulun. İnancınızı yitirir gibi olduğunuzda ya da işe başlamadan önce motivasyonunuzu artırmak için, o müziği dinleyin.



4.      Yaşantısıyla ilham olmuş ünlü kişileri takip edin, filmini izleyin, kitabını okuyun.



İnsanlara ilham olmuş değerli ünlü kişilerin filmlerini izleyin ve kitaplarını okuyun. Onları kendinize örnek alın!



5.      Mazeret cümlelerini bırakın!



Şimdi yapmaya başlıyorum cümlesi ile başlayın ve sonra devamını getirin.



Motivasyon çantanızın en güzide parçası şüphesiz; “Niyetiniz”.



Niyetiniz başarmak, ulaşmak olacağından en güzel niyetlerle ifade ederek, başaracağınıza inanmaktır. Dolasıyla hayal kurmaya ve gerçekleştirmeye istekli, azimli olmalısınız.



Haydi niyet edin ve başlayın!
























6 Kasım 2018 Salı

MÜŞTERİ MEMNUNİYETİ( CRM)



Tam on senedir hizmet sektöründe çalışıyorum; bu sektörden öğrendiğim pek çok şey oldu. Müşterilerle yapmış olduğum hem yüz yüze hem de telefon görüşmeleri sayesinde onların yapıları ve beklentileri hakkında bilgi sahibi olabildim. Mesleki eğitim ve deneyimlerin alanda uzmanlaşmam için destek olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu konu hakkında yazma fikri de müşteri beklentilerinin, şikayetlerinin nelere bağlı olduğunu biraz olsun müşteri ve firma açısından olayın nasıl göründüğünü anlatmak istememden kaynaklanıyor. Türk insanı neden mutlu değil ile başlayan sorularımla biraz olaya psikolojik, biraz sosyolojik birazda finansal açılardan bakmaya çalıştım.
CRM nedir? Hiç duydunuz mu?  İngilizceye çevrilmiş hali ile Müşteri İlişkileri Yönetimi. Müşteri şikayetlerinin değerlendirildiği birim. Günümüzde önemi artan, bir anlayış politikası. CRM; Müşteri – ilişki- yönetim.  Müşteri ile olan ilişkilerin düzenlenmesinde, sürecin yönetilmesinde, sistemlerin uygulanmasında, takibinin yapılmasında katkısı büyüktür. Bütün ilgili departmanlarla, iş birliği içerisinde gerekirse paslaşarak müşterinin sağlıklı bir hizmet almasını sağlar.
İnsanın insanla ilişkisinde en önemli etken: iletişimdir. Gerek çalışanların gerekse müşterilerin birbirleriyle olan iletişimlerinde bağ kurmaları önemlidir. Müşteri ile firma arasındaki bağı sağlayan birimler(özellikle müşteri ilişkileri) bu süreci iyi yürütmek zorundadır. Müşterinin temas ettiği herkesin müşteriden sorumlu olduğunu unutmamak gerekir. Peki, şikâyet- çözüm süreci nasıl ilerler?

·       Şikâyeti al
·       İncele
·       Çöz
·       Müşteriye bildir
·       Üstlerine raporla

Şikayet- çözüm süreci, şikayetin hangi birimde toplanacağı, ne kadar maliyeti olacağı, fark yaratacak bir çözüm olup olmayacağı gibi durumların önceden kararlaştırılmasını gerektirir. Çözüm noktasında, amaç müşteriyi kazanmaktır. Müşterinin sorunu çözüldükten sonra günlük, aylık ve yıllık tüm şikayetler analiz  edilip rapor haline getirmelidir. Firma yetkilileri aksaklıkları görmesi ve tedbir alması için gerekli bir uygulamadır.

Şikayeti alma kısmında; karşınızdaki kişiyi, iyi dinlemek, doğru anlamak, doğru soruları sormak için aynı zamanda iyi bir gözlemci olmak gerekir. Karşınızdaki kişiye sorular sorarak ilgilendiğinizi hissettirmelisiniz. Görüşmeler sırasında içten, samimi ve dürüst olmanız gerçekten önemlidir. Müşteri sizin niyetinizi, davranışlarınızın altında yatan nedeni çok iyi anlar. Aynı şekilde siz de müşterinizin niyetini ve davranışlarının altındaki nedeni çok iyi anlarsınız.  Karşılıklı iyi niyetler, iletişimi harika bir hale getirir. Ancak müşteri ya da siz iyi niyet beslemiyorsanız, uzlaşma sağlamanız oldukça zordur. İletişimde niyetler ve niyetlere bağlı davranışları okumayı tüm ilişkilerimizde kullanırız.

“Müşteri her zaman haklıdır” ilkesi hala geçerli olmakla birlikte müşterinin de uzlaşmacı bir tutum sergilemesi gerekir.

CRM sistemi kurulmadan önce, nasıldı? Bundan 15-20 sene evvel müşteri memnuniyeti diye bir şey yoktu. Müşteri alışveriş yapardı, memnun kalıp kalmadığına bakılmazdı. Büyük çoğunluğu da uğradıkları haksızlık için mücadele etmezdi. Tabi ki, büyük firmalar müşteri memnuniyetine dikkat ederdi. Geçmişten günümüze taşınmış bir sözdür; müşteri her zaman haklıdır. Yıllar içerisinde, memnuniyet gelişti ve bunun için sistemler kuruldu. Hal böyle olunca müşteri odak noktası haline geldi.

Bingo! Müşteri kendisinin önemli olduğunu fark etti!

Üstünlük elde etmek, yapılan küçücük hatalarda bunları fırsata çevirme isteği niyetlerin de bozulmasına neden olduğu gibi kişiler arasında çatışma çıkmasına neden oldu. İletişimde meydana gelen kazalar, çözümsel yaklaşımların ret edilmesi ile iyice çıkmaza sürüklenir oldu. Dolasıyla müşterinin satın aldığı hizmetle birlikte egolarını tatmin etme çabası da ortaya çıktı.

Art niyetli hizmet verenlere karşıt olarak, “memnuniyet” kavramının ortaya çıkması ve önemsenmesi bir açıdan müşterinin kollanma ihtiyacını tatmin ediyor.

Ticarette esas olan karşılıklı yarar yasasıdır. Müşteriyi zarara uğratmak ve bunu bilinçli bir şekilde, haksızca yapmak, ilişkileri zedeler. Çünkü karşılıklı yarar yasası uygulanmamıştır. Özellikle bu durumdan hizmet veren, ürün satan firmalar ya da kişiler daha çok sorumludur. Müşteri burada sadece ürün satın alabilir, hizmet görebilir. Müşteri talep ve sorunlarının temelinde onlarla sağlam iletişim kurulmaması yatar.

Netice de hepimiz birçok kanal aracılığıyla müşteri oluyoruz. Mesleğimiz ne olursa olsun, hepimizin birer potansiyel müşteri olduğumuzu unutmaması gerekir. Empati, karşımızdaki kişi ile kendimizi özdeşleştirip, onun yaşayacağı ve hissedebileceği duyguları yakalayabilmektir. Bu aynı zamanda müşterinin de karşısındaki kişinin, bir insan olduğunu, insani olarak yanlış yapabileceğini anlayabilmesidir.

Her zaman söylediğim bir söz vardır; İlişkiler, karşılıklı iyi niyetlerle yürür. Kim niyetini bozarsa ilişkisini de bozar. Çokta doğru!

MÜŞTERİ NEDEN ŞİKAYET EDER?

Müşteri yaşadığı sorunu size yansıtıyorsa;

1.     Müşteri gerçekten sorun yaşıyordur.  2.Belirsizlik vardır. 3. İlgi yoktur. 4.Tekrarlamış bir sorunla karşılaşabilir, çözümsüz olduğunu düşünüp karamsarlığa kapılmıştır. 5.Kandırıldım diye düşünüyordur.  6.Yeterli açıklama yapılmamıştır.  7. Güven verilmemiş olabilir( Firma ya da siz yetkili)

NOT:(Müşteri şikayetleri mesleki duruma göre değişir ama yukarıdaki maddeler en genel olanları, daha detaylandırdığımızda farklı maddelerde ilave edebiliriz)
Şikayet etme aslında hala firma olarak önemsendiğinizin, sorunun çözülmesi halinde sağlıklı ve normal iletişime tekrar geçmek istediklerini gösterir. Bunun için ne kadar çaba harcadığınız, kaybetmek istemediğinizi hissettirmeniz, müşteriler üzerinde önemli bir değerlendirme ölçeğidir.
Ne kadar çaba harcarsanız harcayın; evet, bunu kullanmak isteyecek iyilik dışı düşünen müşterilerinizde olacaktır. Ancak fırsatçılar hariç gerçek sorunları olan müşteriler, bu çabanıza saygı duyacak ve teşekkür, minnet içinde hareket edeceklerdir.
Müşterilerin ve çalışanların hatta iş sahiplerinin bile mutsuz olduğu durumlarda bunu işlerine ya da yaptıkları alışverişlere yansıtmaları durumunda, bu davranışları doğal olarak memnuniyetsizlik doğuracaktır. Diğer taraftan özel hayatında sorun yaşayan müşterilerin kızgınlık, öfke ve kırgınlıklarını hizmet aldığı kişiye yansıttığını söylemekte abartılı bir söylem olmaz. Gelelim başka bir konuya;
Zaman zaman mesleki değerlendirmeler yaptığım için, kendi içinde sorular soruyorum. Bunun yanı sıra toplumsal konuları da irdelemeyi ihmal etmiyorum.
“Türk insanı neden mutsuz?” sorusunu düşünürken, bu düşüncelerin beni müşteri memnuniyetine doğru götürdüğünü itiraf etmeliyim.
Söz gelimi; Yabancı ülkelerde insanlar beşte dükkânlarını kapatırken, Türkiye’de saat sekizlere kadar dükkânlarını açık bırakırlar, hafta sonu da açık tutmak zorundadırlar. Bunun nedeni; Çok para kazanmak istemeleri, lüks yaşam isteği, borçlar vs. gibi… Bu yüzden tatil yapmayı, hobi edinmeyi bilmezler( istisna olan insanlar vardır elbet saymıyoruz), dinlenmek ve zaman ayırmak onlara çok zor gelir.
Bu noktada parantez açıp şöyle devam edebilirim; araç almak isteyen, araştıran müşterilerimizin fiyatları yüksek bulmasındaki en büyük sebep sadece piyasaların karışık olması değil aynı zamanda bütçelerini aşan lüks araç talep etmeleridir. Sözgelimi; bütçeleri 60 ile 100 bin arasında olan müşterilerimiz 200bin- 300bin civarındaki araçlara göz kırpıp almak istemekteler. Bunun bir kısmını kredi ile ödeyecek olsalar da kendilerini oldukça zor duruma sokuyorlar. Böyle külfetli bir olaya karar verdikten sonra 24 ay ya da 36 ay kredi ödemek için de deli gibi çalışacaklar. Ne kadar sağlıksız bir tablo olduğu daha net görünüyor! Bu korkunç tabloyu ekonomistler ve girişimciler de fark ediyor. Bunlardan biri de; Özlem Denizman’dır. Kendisi girişimci, kitapları ve TV’de programları var. Özlem Hanım bir dönem televizyon programında finansal destekler veriyordu. Parasal bir destekten bahsetmiyorum. Bütçeniz hakkında ve kendiniz hakkında bilgi verdikten sonra ne kadarlık araç alabileceğinizden, ne kadar kredi kullanacağınıza kadar kişilere fikir vermekteydi. İzlediğimde en çok dikkatimi çeken insanların ev, araba gibi lüks sayacağımız ihtiyaçlara öncelik verdiği. kazandıkları ile istedikleri hayat çelişiyordu. Tabi hal böyle olunca Deniz Hanım buna müsaade etmiyordu. Oysaki bütçesine uygun daha düşük markadan bir araç seçebilir yine lüks değil bütçesine uygun bir ev alabilirdi. Dolasıyla insanlarımızın çok bilinçli olduğunu düşünmüyorum. Bütçeye uygun harcamalar yapacak olsalar, birikim yapabilecekler ya da yatırım yapabilecekler. Ayrıca kendilerine zaman ayırsalar, iş hayatında başarılı ve mutlu olmalarına neden olacağı gibi özel hayatlarını da daha nitelikli hale getirecektir.
Türkiye’de insanların yaşantıları beklentileri ve imkânlarıyla ters orantılıdır. Ayağını yorganına göre uzatan insan sayısı bir elin parmakları kadardır. Mutluluğu maddiyatta mı buluyorlar dersiniz? Büyük olasılıkla derim. Toplumsal olarak kimliklerimizi sahip olduğumuz değerlere değil, varlıklara bağladığımız için; kendimize değer verme konusunda bakış açımız çok farklı. Öyle ki, bir müşteri ile karşı karşıya kaldığımız zaman onun davranışları, kültürü ve beklentilerini okuyabiliyoruz. Hayata bakışının duruşunda, tavrında ve en önemlisi enerjisinde hissedebiliyorsunuz. Hizmet sektöründe olan insanlar genellikle bunu çok kolay çözebiliyor.
Ben söyledikleri cümlenin onların inançlarını yansıttığını fark ediyorum. O düşünceyi bulup değiştirmeyi tercih ediyorum. Direnç gösteren müşterilerim hemen güvenmek istemeyebilir. İlk görüşmede güven vermeye çalışarak, zamanla hizmetlerimizden memnun kalacağının, aksiliklerin olacağını( insan faktörü olduğundan mükemmellik olacağını düşünmem)ama çözüm konusunda yanlarında olacağımızı belirterek, güven için ilk adımı atarım. Sonra ki, süreç ihtiyaç olduğundan yanlarında olmak ve sıkı sıkı takip etmektir.
Bir müşteriniz; “ ben servise güvenmem, ben satıcıya güvenmem” diyorsa, güven sorunu yaşadığını ortaya koyar. Bu ipucunu yakaladığınızda üzerine giderseniz kazanırsınız. Farklı olduğunuzu yetkili kişi olarak, firma olarak hissettirmelisiniz. Farklı bir yer olmanızdan dolayı yaşayacakları deneyiminde “farklı” olacağına ikna etmelisiniz.
Genellikle başka hangi inançlarla karşılaştıklarını soracak olursanız, biraz onlardan bahsedelim:
En çok güven konusu ortaya çıkıyor. Yukarıda bahsettiğim konuyu da içine alarak, söylememiz gerekirse, kandırılma korkusu, yalan söyleniyor olabilme ihtimali gibi konular ortaya çıkıyor. Aslında bunu da normal karşılayabiliriz; o kadar çok dürüst olmayan ve sahte çalışan yerler var ki, insanlar haliyle zor güveniyorlar. Fakat bazen kurumlardan çok, insanlar kendi kişiliklerini yansıtırlar. Böyle bir karakter kendini saklama konusunda da oldukça başarılı olabilir. Er ya da geç yapılan hata, sahtekârlıkta ortaya çıkar. Burada firmanın bunu telafi etmesi gerekecektir. Kişiler kurumları yansıtır. Bu konun özellikle firma çalışanlarına anlatılması gerekir.
Müşteri inançları konusuna geri dönecek olursak, kandırılma korkusundan kaynaklı size inanmayan müşteriyi ikna etmeniz bazen zaman alabilir. Büyük olasılıkla size inanmayarak başka bir firmayı tercih edebilir. Şaşırtıcı olmayan aynı müşterinin başka firmaya da güvenmemesi ve tekrar size geri dönmesidir. Güvenmez, memnun olmaz ama sizi tercih etmeye devam edebilir.
Müşterinin psikolojisi tercihlerini her daim etkiler. Duygu durumu, temel inanışları ve ön yargıları ile karşılaşırsınız. Bir de beklentileri söz konusu. Ne kadar çok para harcarsa bir o kadar karşılık olarak ilgi ve hediye ister. Ben kaliteli şeyleri hak ediyorum düşüncesini benimsemiş, hayatını bu şekilde yaşamış kişiler; daha doyumlu ve mutluyken bu inanışı benimsememiş, özümsememiş insanlar daha fazla beklentili olabiliyor. Aslında müşterinin eğitim durumu da buna bir etkendir. Hatta bulunduğu muhitte önemlidir. Bu durum hizmet veren içinde geçerlidir. Karşılıklı görüşmelerin, kazan –kazan tutumu ile sağlıklı halde yürümesinden ibaret. Yeter ki, önyargılı olmayalım, empati yapabilelim, saygıyı elden bırakmayalım.
 Herkes potansiyel birer müşteridir ya da hizmet sunandır. Bu yüzden her zaman kendinize doğru ayna tutmakta fayda var. Unutmayın; ilişkiler karşılıklı iyi niyetlerle yürür! Aman niyetinizi bozmayın!





14 Ekim 2018 Pazar

MEYDAN OKUMAK!


 


MEYDAN OKUMAK!

Korkmadığını, çekinmediğini bildirmek…

Her insan özel yeteneklerle donatılarak doğar; kendini keşfetmek ve bu özellikleri ortaya çıkarmak tamamen kişinin çabasına bağlıdır. Kendini tanımaya açık olan insanlar daha hızlı hareket ederler. Kimi zaman kendimizi iyi tanımadığımız için, başkası tarafından yeteneklerimizin keşfedildiği de olur. Dışardan etki olsun ve ya olmasın yeteneklerimizi fark edebilmek muhteşem bir şey. Peki, ne kadar tanıyoruz kendimizi? Kendimizle bağımız ne kadar kuvvetli? Duygularımızı ifade edebilmekte başarılı mıyız?

Sözgelimi; Kararlı mısınız? Verdiğiniz kararlarda net misiniz? Kendinize ve çevrenize ne kadar dürüstsünüz?

Meydan okumak özgüven gerektirir. İşte bu nedenle; net olmak, kendini ifade etmek, kendini bilmek, önemlidir. Özgüvenli insanlar, cesur kararlar alır ve uygularlar. Cesur olmak, korkusuz olmak demek değildir, korkuya rağmen eyleme geçebilme becerisidir. Ne kadar cesursunuz?

Cesur olmanın ham maddesi; “İnanç’tır”. Kendimizle bağlantımız o kadar önemli ki, bu tüm hayatımızı etkileyen bir durumdur. İnsan psikolojisinin temelinde yaradana ve anneye olan bağlantı önem arz ediyor. Demek ki, inanç kavramı atlanılamaz. Bizlerin ruhundaki yaraları ya da şifalı durumları oluşturan yaratıcı kavramı ile doğumla başlayan annemizle olan bağımızdır.

 Sonuçta, var olmak bu iki varlıktan kaynaklanmakta. Bu inanç özgüven duygusunun doğuştan gelebileceğini de gösteriyor.  Bu konu çok derin bir konu tabi. Çünkü annenin çekirdek inançları bebeğe geçiyor. Anne, çocuk ve ruh sağlığı konusuna da biraz değinmiş olduk. Bu noktada annenin bebeği isteyip istememesi ya da yaradana olan inanç veya inançsızlığı olayın başlangıç noktasıdır diyebiliriz. Daha sonra yetiştirme tarzı çocuğun tuttuğunu koparan biri olmasını sağlarken, silik bir karakter de olmasını sağlayacağı gerçeğini ortaya koyuyor. Bu durumu siz de etkileyici bulmuyor musunuz?

Meydan okumanın muazzam bir özgüven istediğini belirtmiştim. Fikirlerinizde, davranışlarınızda net olmak gerekiyor ama aynı zamanda insanlarla ilişkilerinde sınır çizginizi biliyor olmalısınız. Sınırı geçmek isteyenlere karşı tutumuzda ya da gerçekleştirmek istediğiniz bir hayaliniz konusunda şimdiye deyin olmadığınız kadar cesurda davranabilirsiniz. Kendinize kendinizi ispat etmek için de cesur adımlar atmakta bir tür meydan okumaktır. Yapamazsın diyen insanları umursamayarak, korksanız dahi yapmaya çabalamanızda buna çok güzel bir örnek. Olumsuzluk yaşamanıza rağmen duruşunu değiştirmemeniz bir meydan okuma iken; toplumun bakışını bir kenara bırakarak sıradanlığı yenmiş olmanız da birer örnek. Aslında meydan okumak; “ sesini duyurabilmek ve sesini yükseltebilmektir.”

Hayır demek istediğiniz bir duruma, evet dememek için direnmektir, kocaman bir hayır demektir!

Enerjinizin, neşenizin ve gücünüzün simgesidir.

Meydan okumak her şeye rağmen kendi yolunda gitmektir!

Şimdi ufak bir çalışma ile herhangibi bir konuda olan inancınızı artıracağız. Uygulayacağımız çalışma Nlp tekniğidir.

Öncelikle rahatlamanızı istiyorum; Oturun, gözlerinizi kapatın, hafif bir müzik açın. Kendinizi rahatlamış hissettikten sonra en çok hangi konuda inancınızın fazla olmasını istediğinizi düşünün.

Hangi inancınızı kuvvetlendirmek istiyorsunuz?

Örneğin; “kendimi seviyorum” cümlesine karşı inancınız % kaçtır?

Diyelim ki %50 olsun. Bu oranı yukarı çıkarmak istiyorsunuz ancak %100 olmasını beklemeyin! Gerçi bu kişiden kişiye göre değişir. Çünkü; Bu tamamen uygulamayı yaparken  ne kadar öze indiğinizle bağlantılıdır.

İnancımızı belirledikten sonra sıra yavaş yavaş uygulamaya geliyor.

Cümleyi yüksek sesle söyleyin!

Duyduğunuzda nasıl bir görüntü geldi gözünüzün önüne?

Film mi? Resim mi?

Film nasıl? Hızlı mı, yavaş mı? Resim büyük mü, küçük mü? Çerçevesi var mı? Yakın mı, uzak mı?

Ses var mı? Nasıl bir ses? Uzakta mi, yakında mı?

Duygu var mı? Ne hissediyorsun? O duygu vücudunun neresinde duruyor? Nasıl bir etkisi var?

O duygunun bir rengi var mı? Ne renk?

Gözlerini aç, etrafa bak, bu film ya da resim çevrende nerede olabilir? Onu bul ve yerini belirle!

Şimdi sizden  ikinci bir inanç daha isteyeceğim. Şimdi, düşünün bakalım…

%100 inandığınız bir inancı bulun!

Örneğin; Allah’ın beni sevdiğine ve beni koruduğuna %100 inanıyorum.

Şimdi bu cümleyi inanarak tekrar edin.

Duyduğunuzda nasıl bir görüntü geldi gözünüzün önüne?

Film mi? Resim mi?

Film nasıl? Hızlı mı, yavaş mı? Resim büyük mü, küçük mü? Çerçevesi var mı? Yakın mı, uzak mı?

Ses var mı? Nasıl bir ses? Uzakta mi, yakında mı?

Duygu var mı? Ne hissediyorsun? O duygu vücudunun neresinde duruyor? Nasıl bir etkisi var?

O duygunun bir rengi var mı? Ne renk?

Şimdi ikinci film ya da resim nerede onun da yerini belirle.

Daha sonra ilk cümlene ait film ya da resmi yerinden alarak,  ikinci cümle için oluşturduğun filmin ya da resmin içine at ve karıştır.

Şimdi ilk yükseltmek istediğin inancı düşün, yüksek sesle o cümleni tekrar et!

Şimdi bu düşünceye % kaç inanıyorsun?

Bu uygulamayı yaptıktan sonra kesinlikle kendinizi daha iyi hissedeceksiniz. İnancınızın arttığını hissedeceksiniz. İlk tepkiniz sadece olumlu düşünmek ya da daha iyi hissetmek olabilir. Bunu günde 1 kez yapabilirsiniz. Giderek inancınızın artacağını göreceksiniz.

İyi hissetmek, kendi gücünüzün farkında olmak; sizin hayata karşı dik durmanızı ve kendinizi gerçekleştirmenizi sağlayacaktır.

Meydan okumak ve güçlü olmak için, içinizdeki gücü ve yetenekleri fark edin! En önemlisi kendinize inanın.

Elinizi kaldırın yukarı ve

“YAPABİLİRİM” diye yüksek sesle bağırın!












































6 Ekim 2018 Cumartesi

AŞK MELEĞİ









Kasabada âşık olacak başka hiç kimse yok muydu diye düşündü. Evet, onun kadar güzelini görmemişti ki, bu gözler…

Her an her saniye kalbi onun için çarpıyordu. Her âşık gibi zihni sevdiği ile doluydu. Yatıp uyumaya çalıştı. Gözlerini kapatıyor kapatmasına ama hemen incecik bir surat beliriyordu. Olacak gibi değildi, gidip onu görmek istiyordu. İçini kemiren bu özleme karşı koyacak durumda değildi. Kızın babası onun bir Yahudi olduğunu öğrenmişti. Bu nedenle aralarındaki ilişkiye onay vermiyordu. Haftalardır birbirlerini görmemişlerdi. Çünkü kızını odasına hapsetmişti. Genç adam, kızın dadısı ile gizlice görüşüp bu bilgiyi almıştı.

Yattığı yataktan kalktı. Hemen giyindi ve silahını aldı. Elinde silahı hızlıca yürürken, ismini düşündü Asher. Kim koymuştu bu ismi? Sanırım dedesi. Çok mutlu olsun demiş ismi verirken. Ne yazık ki, mutluluktan çok uzaktı. Sevdiği kızın, evinin kapısına geldi. Görevlileri atlatmayı başararak, penceresine doğru yürüdü. Kız pencereden ayı seyrediyordu. Asher, onun hıçkırıklarını duyabiliyordu. Sarmaşıklardan pencereye tırmandı. Genç kız, başında şapka, üzerinde palto ile duruyordu. Kış çok ağır geçiyordu, camı açtığında uzun süre pencere önünde kalmak mümkün olamıyordu. O yüzden tedbirli davranmıştı.

Ay soğuk gecede öyle bir parlıyor, öyle bir ışığını vuruyordu ki, sanki âşıkları ispiyonlamak istercesine. Asher, genç kıza sarıldı ve onu öptü. Birbirlerine hasretle sarıldılar. Delikanlı kızın gözyaşlarını sildi. Saçlarını okşadı, göğsünde onu sakladı. Sarılmış öylece duruyorlardı. Gitmesi gerekirdi. Ayakları, bütün hünerlerini kaybetmiş gibi hareketsizdi. Gitmese de sabaha kadar birlikte kalsalardı ya da buradan çok uzaklara gidebilselerdi. Aslında kaçabilirlerdi. Kızın kulağına “ gel, gidelim” dedi. Narin ve beyaz olan ellerinden tuttu, pencerenin kenarından sarmaşıklara doğru atladı, onun elini kendine doğru çektiğinde genç kız gelmedi. Asher, şaşkınlıkla baktı. Güzeller güzeli Thea’sı onunla gelmiyordu. Rüzgâr çıkmış iyice şiddetlenmişti. Thea birden üperdi. Ama bu ürpertinin rüzgârla bir ilgisi yoktu. Hani korku duyduğunda, midende bir şeyler hoplar gibi olur. Öyle bir durum hissetmişti. Kızcağızın rengi iyiden iyiye atmıştı. Genç adama “İçimde kötü bir his var; ya hemen buradan uzaklaş ya da odama gir ve hemen saklan.” Genç adam, gözlerini dikmiş öylece bakıyordu. Kız konuşurken, onun arkasından bir karaltı geçmişti. Asher’in bakışları onu endişelendirmişti; arkadan babası gelmiş olacağını düşünerek dönüp baktı ancak kimse yoktu. Asher’in rengi giderek değişti; bir süre sonra bembeyaz oldu. Asher cebinden tesbihini çıkarmış, dua ediyordu. Genç kız, onun gözlerinin hala arkaya doğru uzandığını görünce, tekrar geriye döndü. Kimseyi yine göremedi. Önüne döndüğünde ise, Asher yoktu. Aşağı, sağa, sola baktı. Başını gökyüzüne, ayın yönüne doğru kaldırdı. Bir ışık gördü, bir parlaklık; uzaklaştıkça, ışık yayılıyor, kanatlı bir gölgeye dönüyordu. Asher onunla gidiyordu. Çok uzakta değillerdi. Asher’in yüzünün ne kadar beyaz olduğunu ve cansız gökyüzüne uzandığını görebiliyordu. Uzaklaştılar. Aya doğru…

Thea ağlıyordu… Neden, niçin demeye fırsat kalmadan sadece ölüm meleği zaman, mekân tanımadan onu almıştı. “Bir sebep ver bana!” dedi sessizce. Onlar gökyüzünde kayboldular. Thea bir sebep ver diye sayıklıyordu. Kulağına bir fısıltı geldi uzaklardan; “Aşk korkakların olamayacak kadar değerlidir!” dedi. Genç kız, ağladı, hıçkırıklara boğularak. Pencereyi kapadı. Yatağına uzandı. Bazen kalmakta ölüm kadar acıtırdı…

24 Temmuz 2018 Salı

STRES, DEPRESYON VE HASTALIKLAR




Günümüzde stres ve strese bağlı hastalıklar da bir artış var; öyle ki, stres yönetimi gibi kavramlar da ortaya çıktı. Peki, neden bu kadar stres yaşıyoruz? Ne oluyor da hastalıklar ortaya çıkıyor özellikle de aniden…

Hastalıkların her birinin bir anlamı ve nedeni olduğunu uzmanlar bize anlatıyor. Ani hastalıkların nedenleri de geçmişe bağlı olayların etkisi ve birikmiş olumsuz duyguların ortaya çıkmasıdır. Depresyon; uzun soluklu olumsuz düşünme, ümitsizlik ve karamsarlık halidir.  

Geçmişte bir anıda takılı kalmak, o anıdan çıkamamak söz konusu olabiliyor. İnsanlar, psikolojinin nimetlerinden yararlanmak yerine, alternatif tıpla ya da yeni sistemlerle sorunu çözmeye çalışıyor. Geçmiş kayıtları silmek için,  kim olduğu belli olmayan, gayri resmi yer çalıştıran kişilerden destek alıyorlar. Ve bunlar için tonlarca para da harcıyorlar.

Oysa ki, psikolojinin bu konudaki yaklaşımı ve uygulaması çok farklı. Hipnozla değişim yapacağını iddia eden kimi kişiler, insanlara kim bilir nasıl zararlar veriyor.

Geçmişi silemezsin, değiştiremezsin ama bugünü tamir etmek mümkün. Uzmanlar, hastaları üzerinde çalışırken, geçmiş yaşanmışlıklar için  zaman zaman geri dönüşler yapsalar da en son ortaya çıkan soruna yoğunlaşır ve onu çözmeye çalışır.

Psikiyatristler için, çok ilaç veriyor denilse de, ilacın iyileşmede önemli bir etkisi var. Depresyon nedeni ile, zihinde meydana gelen karışıklığı düzeltmede ilacın etkisi büyük. Kişi, depresyonda olduğunun farkında olmayabilir. Hayatının kalitesinin düşmesi, zihninin dağınık olması; iş hayatında, özel hayatında başarılı olmasına engel olabilir. Zihin karışık, karamsar ve hiçbir şeye yoğunlaşamayan, her işini yarım bırakan biri depresyona girmeye adaydır. İlaç ve terapi ile, sağlıklı düşünmek, sağlıklı yaşamak ve yaşam kalitesini artırmak mümkün. Özel yaşam koçlarına aslında gerek yok. İnsanlar, psikolojiden bu kadar kaçmasa belki de çok farklı güzellikler yaşayabilirler. Sözgelimi; Anti depresyon haplarının sanıldığının aksine oldukça önemli işlevi var. Uzman Psikolog Ayşenur Bayraktar ilaçlar hakkında şöyle bir bilgi paylaşmıştı;

“ Troid Hastaları, her gün troid bezlerinin düzenli çalışması için, ilaç almak zorundadır. Dengeli ve sağlıklı bir şekilde çalışması şart olduğundan bu sağlıksız durumun ortadan kalkabilmesi için kişi, nasıl ilacını alıyorsa, mutluluk hormonlarının da düzenli ve dengeli çalışması için, bu ilacın alınması gerekir.”

Bu bakış açısı ile baktığımızda çokta korkunç görünmüyor değil mi? İlaç kullanmaya çekinen kişilerin yersiz bir kaygısı var. Psikolojiye bakış açımız yeni değişmeye başladığı için bunu da normal karşılıyorum esasında.

İlacın yanı sıra terapi almak bir o kadar önemli. Çünkü tek başına ilacın sadece sorunları bastırmak olacağını düşünüyorum. Kimi insanlarda reçete yazdırarak, ilacı alıp sadece kendilerini uyuşturmak istiyor. Bunun da çok sağlıklı olduğunu düşünmüyorum açıkçası. İzlenmesi gereken yol eğer ilaca gerek varsa alınması ve terapi ile devam edilmesidir.

Peki depresyonda olduğumuzu anlayabilir miyiz? Kendi içimizde bulunduğumuz durumu anlamımız biraz zor olabilir. Ancak hayatta bir şeyler yolunda gitmiyorsa, bir çıkış arıyorsanız neden psikolojik destek alınmasın?

Depresyonun belirtileri neler peki?

*Hayattan keyif alamamak.

* Sürekli uyumak.

* Kendini içkiye, yemeğe, internet ve oyuna gibi vs. bağımlılık yaratacak bir durum içine sürüklemek.

* Sosyalleşmekten kaçınmak.

*Sinirli, üzgün, mutsuz bir ruh halinde olmak.

Bir çok belirtisi var. Sözgelimi; Geçmişe bağlı kalmak, bir noktaya takılı kalmak, o durumun ve o anın içerisinde kalmak.

Sorunlarımıza dışardan bakamıyoruz, başımızı sorunun içinde tutup aynı cümlelerle sorunu ifade ediyoruz ve sonra karamsarlığa kapılıyoruz. Sorundan uzaklaşmak, bir süre onunla ilgilenmemek, sorunun çözebilmesi adına aslında önemli. Hem iş tecrübelerime hem de kişisel tecrübelerime göre, soruna odaklanmak yerine, çözüme odaklanmanız size kendinizi iyi hissettirecektir. Bunun haricinde, depresyon denilen ilete de bulaşmamış olacaksınız.

Kendinizi iyi hissetmek için, birkaç yöntem geliştirmeniz de fayda var. Sözgelimi; bolca şükredebilir, eğlenceli film seyredebilir, dans edebilirsiniz ya da yeni bir hobi geliştirebilirsiniz. Arkadaşlarınızla sosyalleşebilir, bir arkadaşınızla dertleşebilirsiniz. Ama en önemlisi sevginizi paylaşabileceğiniz küçük dostlar edinebilirsiniz ( kedi, köpek, kuş gibi…) ayrıca küçük bir çocuğu evlat edinmek, ihtiyaç sahiplerine yardım etmekte size iyi gelecekler arasındadır.

Peki, hastalıklar neden başımıza gelir sorusuna verilebilecek en mantıklı cevabın; hastalıkların vücudumuzdan yayılan enerji uyarıları olduğunu söyleyebilirim.

Yolda giderken artık adım atacak halimiz kalmaz, o kadar yoğunuzdur ki, durup dinlenmeye fırsat yoktur. Ah işte, ilahi adalet… Birden anlamsız şekilde, ayağınız takılır ve düşersiniz. Sonra günlerce ayağınız alçıda olur. Belki kötü bir durum gibi geliyor size ancak bu hayatın size durmanız gerektiğini gösteren bir işarettir. Bazen peş peşe gelen sıkıntıların altında da bu tip durumlar vardır. İlahi mesajı almamış olmanızdan kaynaklanmaktadır. Yine başka bir örneğim şöyle olacak; inanılmaz baş ağrılarının bilimsel gerçek belirtileri elbette var. Birkaç sebebi bile olabilir. Gerçek bir araştırmanın neticesinde herhangibi bir sonuç almadıysanız, stresten kaynaklı olabilir. Baş ağrısının aslında ciddi sorunları önleyici bir işaret olduğunu biliyor muydunuz? Baş ağrısı olmasa beyin kanaması geçirirdiniz. Beyin size; “yeter düşünme!” demektedir artık.

Hastalıkların kendimize dönmemizi sağlayan kuvvetli bir tarafı var. Çok insan hasta olmadan önce kendisi ile ilgilenmez. Hatta kendini ve hayatı sevmez. Kök inançlarımızın, hastalıkları çağırdığını biliyor muydunuz? Kendini suçlayan, pişmanlıklarla dolu bir kalp nasıl bir hastalık çağırmaz ya da öfke dolu bir insan belki de kalpte taşınan bir nefret. Belki kabul etmediğimiz bir gerçek, bizi bir hastalıkla karşılaştırabiliyor.

Gelelim hastalıkların anlamlarına ve onlar için hazırlanılmış olumlu cümlelere;





ASTIM:

NEFES ALMAYI HAK ETMİYORUM.

·        Geçmişte yaptığım ve yapmadığım her şeyi sevgiyle kucaklıyorum ve kendimi bağışlıyorum.



BEL FITIĞI:

HERŞEYİ BEN TAŞIMALIYIM. ( Aşırı yük yüklenmek, suçluluk duygusu)

·        Yaşamı ve sorumluluklarımı paylaşabilirim. Bunun için kendimi suçlu hissetmem gerekmez.



DEPRESYON:

HİÇBİRSEY YAPMAK İSTEMİYORUM.( BİR TÜR PROTESTO)

·        Hayatı bütün doluluğu ve yoğunluğuyla yaşamayı seçiyorum.



DİYABET:

KENDİ CEZAMI KENDİM VERİRİM. (GURUR, HATA YAPMAKTAN KORKMAK, ÖZÜR DİLEYEMEMEK)

·        Yaptığım ve yapmadığım her şey için kendimi affediyorum.



EPİLEPSİ:

HER ZAMAN ÇOK DİKKATLİ OLMALIYIM. KORKU DUYMAK.

·        Geçti, artık güvendesin. Rahatla ve gevşe!



HİPOTROİD:

ÖFKELİYİM. FAKAT GİZLEMELİYİM.

·        Kendimi kolayca ifade edebilirim.



İŞİTME KAYBI:

DUYMAK İSTEMİYORUM.

·        Duyduklarımla yüzleşmeye hazırım, duyduklarımla değişmem gerekirse değişebilirim. Değişmekten korkmuyorum.





MİGREN:

MÜKEMMELLİYETÇİLİK. GÖZÜNDE ÇOK BÜYÜTTÜĞÜN EBEVEYNİN SEVGİSİNİ KAYBETMEKTEN KORKMA.

·        Kendim olmayı seçiyorum. Böylece yaşamımı güvenle sürdürürüm.



MS:

SENİN YERİNE BEN ÖLEYİM

·        Yaşam sorumluluğumu kabul ediyorum. Benim sorumluluğum var olmak ve kendimi ifade etmektir.



YÜKSEK TANSİYON:

ÇOK ÖFKELİYİM.

·        Bana yapılan ve benim yaptığım her şeyi bağışlıyorum.

·        Bırakıyorum.



UNUTKANLIK:

HATIRLAMAKTAN KORKUYORUM.

Gerçek; beni ve seni özgür, güçlü ve güvende kılacaktır sevgili ilkel beynim!



****

Bu şekilde örnekler verebilirim. Daha pek çok hastalığın bir çok anlamı var. Ama okudukça anlayacağınız gibi hepsinin de ortak noktası; bir olumsuz inançtan kaynaklanması ya da yaşanmışlıklarla bağlantılı olması. Bütün bunlar, kendimize dönmemizi, kendimizle ve çevremizle barışmamız gerektiğini gösteriyor.

R.Şanal Günseli, kuantum düşünce tekniği üzerine yazılar yazan, eğitimler veren biri; kuantum iyileşme ve kuantum kodlama adlı küçük iki tane kitabı var. Ayrıca başka kitapları da var. Özellikle hastalıklarla ilgili yukarıda paylaştığım bilgiler ondan alıntıdır.(Hastalıklar ve olumlumlamalar) Detayı onun kitaplarında ya da diğer kuantum yazarlarından bulabilirsiniz.

Sevgiler…



Emel Baykara

















  

ESKİCİ

Göztepe’de Cadde üstünde sıralı dükkânların arasında küçük ve en eski olanı oydu. Bir antika dükkânı…  Sahibi yıllar önce vefat etmi...